BND Scope: 16. Sayı - ABD Büyümesi: Zirvede Güçlü, Aşağıda Kırılgan
Kasım’ın ikinci yarısında ABD ekonomisi kâğıt üzerinde büyümeye devam ediyor, ancak detaylara baktığımızda K-şekilli, dengesiz bir tabloyla karşılaşıyoruz. Üst gelir dilimleri ve teknoloji hisseleri için hikâye hâlâ güçlü; buna karşılık orta ve alt gelir gruplarında, emek yoğun sektörlerde ve istihdamda yavaşlayan bir nabız var. Hükümet kapanması sonrası gelen gecikmiş veriler tabloyu netleştirmek yerine bulanıklaştırırken, büyümenin giderek AI yatırımlarına yaslanması hem fırsatları hem kırılganlıkları büyütüyor. Bu sayıda, tam da bu kırılgan dengeyi ve önümüzdeki döneme dair olası senaryoları mercek altına alıyoruz.
11/30/20259 min oku


Kasım ayının ikinci yarısında, ana veriler hâlâ “büyüme var, resesyon yok” diyor; ancak detaylara inince hem gelir dağılımında bir ayrışma hem bazı sektörlerde sessiz bir daralma, hem de yapay zekâ (AI) yatırımlarına aşırı bağımlı bir büyüme hikâyesi görüyoruz. Önceki BND Scope sayılarında kaçınılmaz olarak daha çok Fed kararlarına ve faiz politikalarına odaklanmıştık; bu sayıda ise reel ekonomi, tüketim kompozisyonu ve yatırım trendlerine biraz daha yakından bakıyoruz.
K-Şekilli Ekonomi:
Zengin Daha Çok Zenginleşirken Fakir Daha da Fakirleşiyor
Son dönemde ABD ekonomisini anlatmak için çok sık kullanılan bir ifade var: “K-shaped economy” yani K-şekilli ekonomi. Buradaki metafor şu: Aynı ekonomi içinde bir grup insan ve sektör K harfinin üst bacağı gibi hızla yukarı giderken, başka bir grup diğer bacağı gibi aşağı doğru sürükleniyor ya da yerinde sayıyor. Ortalama büyüme fena görünmüyor ama kazananlarla kaybedenler arasındaki uçurum derinleşiyor.
Newsweek ve USA Today’in paylaştığı veriler bu resmi somutlaştırıyor. 2025’in ikinci çeyreğinde toplam tüketim harcamalarının neredeyse yarısı en üst gelir grubundan geliyor. Üst gelir dilimlerinde yer alan haneler, borsadaki kazançlar, konut fiyatlarındaki artış ve özellikle teknoloji/AI hisselerinin performansı sayesinde restoran, seyahat, lüks ürün gibi kalemlerde harcamaya devam ediyor. Buna karşılık orta ve alt gelir grupları, gıdadan kiraya, temel harcamalara kadar hemen her kalemde kemer sıkmaya gitmiş durumda. Kredi kartı borçları yükseliyor, “buy now pay later” tarzı vadeli ödeme modelleri daha fazla kullanılıyor ve tasarruf oranı pandemi sonrası dönemin en düşük seviyelerine yakın seyrediyor.
Dolayısıyla “ABD ekonomisi büyüyor” cümlesi kâğıt üzerinde doğru; ama asıl anlamı şu: Büyümenin önemli bir kısmı üst gelir gruplarında ve varlık sahibi kesimlerde yoğunlaşıyor. Orta ve alt gelir grupları için tablo oldukça gri ve kırılgan.
Sonuç:
“ABD büyüyor” cümlesi artık tek başına hiçbir şey anlatmıyor. Hangi gelir grubu, hangi sektör, hangi bölge diye sorduğun anda fotoğraf dramatik biçimde değişiyor. Üst gelir grupları ve teknoloji ağırlıklı varlıklar için hâlâ bir “mini altın çağ” yaşanırken, alt ve orta gelir grupları için tablo giderek stagflasyona (yani düşük büyüme + yüksek fiyatlar kombinasyonuna) benziyor.
Büyümeyi taşıyan ana eksenlerle (AI, savunma, kritik mineraller, altyapı) daha geleneksel sektörler arasındaki makas açılmaya devam ettiği sürece K-şekilli yapı kalıcı hâle gelebilir. Bu, hem politika yapıcıların hem şirketlerin önümüzdeki dönemde daha hedefli, daha “seçici” adımlar atmasını gerektirecek. Sadece ortalama faiz ve vergi politikasıyla bu ayrışma düzeltilemez.
Üçüncüsü, yatırımcı açısından bu dönem, “her şeyin yükseldiği” rahat bir boğa piyasası değil. Seçici olmayı, nakit yönetimine dikkat etmeyi ve birkaç farklı makro senaryoya hazırlıklı olmayı gerektiren bir ara fazdayız. AI ve stratejik madenler gibi alanlar önemli fırsatlar sunuyor; ama bunlara yaslanan büyümenin kırılgan olduğunu unutmadan hem aşağı yönlü hem de yukarı yönlü sürprizlere açık bir pozisyonlanma mantıklı görünüyor.
Bu içeriğin İngilizce versiyonunu okumak için buraya tıklayın.
BND Consulting olarak, yatırım kararlarınızı destekleyecek içgörü ve stratejik yaklaşımlarla yanınızdayız. Sorularınız için her zaman buradayız.

Sektör Sektör Sessiz Resesyon:
Ana Makro Göstergeler Güçlü, Derinlik Zayıf
Resesyon tartışmaları da bu ayrışmanın etrafında dönüyor. Business Insider’da öne çıkan analizde, ana makro verilerin hâlâ “idare eder” görünmesine rağmen, birçok sektörde fiilî resesyon dinamiklerinin başladığı anlatılıyor. Konut inşaatı, ticari emlak, restoranlar gibi alanlarda istihdam zayıflıyor, kâr marjları daralıyor, yeni yatırım planları askıya alınıyor. Bu tablo, “resesyon yok ama bazı sektörlerde işler fena halde kötü” diye özetlenebilir.
Fed cephesinden gelen sinyaller de bu tabloyu destekliyor. Fed Yönetim Kurulu Üyesi Christopher Waller, büyük şirketlerdeki endişe verici düzeye gelen işten çıkarmalara dikkat çekerek, bu eğilimin birkaç ay daha devam etmesi hâlinde büyümedeki kademeli yavaşlamanın tam ölçekli bir resesyona dönüşebileceği uyarısında bulunuyor. Waller’ın altını çizdiği kritik nokta şu: Faizleri sonradan indirerek fiyatları rahatlatmak mümkün, ama iş gücü piyasası belirli bir eşiğin altına düşerse, kaybolan işlerin geri gelmesi çok daha zor ve yavaş oluyor.
Sonuç olarak ana makro veriler olan GSYH ve istihdam verileri hâlâ bir “çöküş” resmetmese de, özellikle emek yoğun sektörlerde sessiz bir resesyon ihtimali giderek güçleniyor.
Kapanma Sonrası Veri Tufanı: Karışık Tablo, Siyasi Müdahale Riski
Hükümet kapanması sona erdikten sonra bu kez de tam tersi bir manzara ortaya çıktı: Haftalarca gelmeyen veriler, birkaç gün içinde adeta üst üste yağmaya başladı. CNN’in “flurry of data” diye tarif ettiği bu veri tufanı, ekonomiyi netleştirmek yerine aslında daha da kafa karıştırdı. Eylül’e ilişkin enflasyon ve perakende verileri gecikmeli de olsa açıklandı; bu verilerde reel satışlarda kayda değer bir ivme görülmüyor, hatta bazı göstergeler hafif zayıflamaya işaret ediyor. Yani kasalardan geçen “dolar” miktarı artıyor, ama satılan gerçek mal ve hizmet miktarı artmıyor; insanlar aslında daha fazla ürün almıyor, aynı şeyleri daha pahalıya alıyor.
İstihdam cephesinde de benzer bir “gecikmeli şok” yaşandı. Kapanma yüzünden haftalarca ertelenen Eylül istihdam raporu nihayet açıklandığında, 119 bin yeni iş yaratıldığı ama işsizlik oranının son birkaç yılın en yüksek seviyesine çıktığı görüldü. Bu, politika yapıcıların sıkça kullandığı “low-hire, low-fire” hikâyesinin kırılmaya başladığına işaret ediyor. Şirketler uzun zamandır agresif işe alım yapmıyor ama toplu işten çıkarmaya da gitmiyor, yani piyasayı “durgun ama istikrarlı” bir dengede tutuyordu. Şimdi bazı sektörlerde bu denge bozuluyor: Açılan yeni pozisyonların sayısı azalırken, mevcut çalışan sayısını azaltan şirketlerin sayısı da artıyor.
Bazı kritik veriler ise hiç gelmeyecek. Ekim ayı enflasyon raporu (TÜFE – CPI) tamamen iptal edildi; istatistik ofisi, kapanma döneminde sahadan yeterli veri toplanamadığını ve bunu geriye dönük olarak sağlıklı biçimde toplamanın mümkün olmadığını açıkladı. Ekim ayına ait tam bir istihdam raporu yayınlanmayacak; o aya ilişkin sınırlı veriler, Kasım raporuna gömülü ve daha özet şekilde yansıyacak gibi görünüyor. Yani Fed, Aralık ayında faiz indirimi tartışırken, en kritik iki veri setinin birinde boş sayfayla, diğerinde de gecikmeli ve eksik bilgiyle yetinmek zorunda kalacak.
Bunları üzerine bir de büyüme tarafındaki boşluk geliyor. Üçüncü çeyrek GSYH’sine ilişkin “advance estimate” yani hızlı ilk tahmin raporu da iptal edildi. Normalde bu rapor, büyümenin hızlandığını mı yoksa yavaşladığını mı görmek için hem Fed hem piyasa açısından temel referans noktası olurdu. Şimdi hem Fed hem yatırımcılar, büyümenin temposunu adeta “tahmin etmek” zorunda. Newsweek ve benzeri yayınlarda, bu iptalin sadece teknik bir gecikme olmadığı, “acaba büyüme sandığımız kadar güçlü değil de o yüzden mi açıklanmıyor?” gibi siyasi şüphelere de yol açtığı tartışılıyor.
Özetle, kapanma sona erdi ama aslında asıl belirsizlik ondan sonra başladı. Veriler peş peşe geliyor ama tablo netleşmiyor. Enflasyon ne tamamen kontrolden çıkmış ne de güvenle “bitti” diyebileceğimiz bir seviyede; istihdam ne çökmüş durumda ne de rahatça “sağlam” denilecek bir yerde; büyüme tarafındaysa resmin ilk görüntüsü dahi yok. Fed bu koşullarda faiz indirirse “veri yokken niye acele ettiniz?” eleştirisiyle, indirmezse “zaten yavaşlayan ekonomiyi körlemesine daha da boğdunuz” suçlamasıyla karşı karşıya kalabilir. Kapanma bitti ama politika baskısı ve siyasi müdahale riski aslında şimdi başlıyor.
AI yatırımları. AI Magazine’deki “Has the US Economy Become Dependent on AI Investment?” başlıklı analiz, büyümenin giderek büyük teknoloji şirketlerinin (Microsoft, Amazon, Alphabet, Meta, Nvidia) yatırım planlarına bağlandığını vurguluyor. Burada sık geçen “AI capex” kavramı, şirketlerin yapay zekâ için yaptığı sermaye harcamalarını ifade ediyor; yani yeni veri merkezleri, sunucular, GPU kümeleri, elektrik altyapısı, soğutma sistemleri, ağ ekipmanları gibi uzun ömürlü fiziksel yatırımlar.
Bu beşli, ABD’nin dört bir yanında dev veri merkezleri ve AI altyapısı kuruyor. Bu yatırımlar GSYH’ye doğrudan katkı veriyor; aynı zamanda borsada S&P 500’ün büyük bir kısmını taşıyan teknoloji hisselerini de besliyor. Nokia’nın ABD’de açıkladığı 4 milyar dolarlık AI ve 5G yatırımı, Amazon Web Services’in ABD kamu kurumlarına yönelik AI ve süperbilgisayar altyapısı için duyurduğu 50 milyar dolara kadar çıkabilecek paket, bu dalganın sadece iki örneği.
Risk şu: Geleneksel sektörler (imalat, inşaat, klasik hizmetler) yavaşlarken büyümenin neredeyse tamamının AI ve teknoloji yatırımlarına yaslanması, ekonominin “tek motorlu uçak”a dönüşmesi demek. Şirketler maliyet, regülasyon ya da talep tarafında bir nedenle fren yapmaya karar verdiğinde, bu motorun yavaşlaması hem büyümeyi hem borsa endekslerini aynı anda duvara toslatabilir. Yani AI bugün için ABD ekonomisinin motoru gibi çalışıyor, ama aynı zamanda giderek bir bağımlılığa da dönüşme riski taşıyor.
Yapay Zeka: Ekonominin Motoru mu, Bağımlılığı mı?
Nadir Toprak Elementlerinden Savunma Sanayine Jeopolitik Yatırımlar
MP Materials ile Suudi Arabistan’ın madencilik şirketi Ma’aden’in kuracağı ortak girişim, ABD Savunma Bakanlığı’nın da finansman desteğiyle Körfez’de yeni bir rafineri inşa edecek. Nadir toprak elementleri; savunma sanayinde kullanılan hassas elektronikler, radarlar, füze sistemleri, aynı zamanda elektrikli araç motorları ve rüzgâr türbinleri gibi yeşil teknolojiler için kritik öneme sahip.
Bu projeyle amaç, bu kritik minerallerde Çin merkezli arz zincirine olan bağımlılığı azaltmak ve tedariği dost ülkelerle çeşitlendirmek. Yani bu sadece bir “yatırım” haberi değil; jeopolitik risk yönetimi, sanayi politikası ve enerji dönüşümü açısından da stratejik bir hamle. İnşaat, mühendislik ve ekipman üretimi gibi reel faaliyetleri desteklerken, aynı zamanda ABD’nin uzun vadeli güç projeksiyonunu da güçlendiriyor. Bu alan, önümüzdeki yıllarda “niş ama derin” fırsatlar sunan alanlardan biri olmaya aday görünüyor.
Tahvil Sahipleri Sakin, Hisse Senedi Sahipleri Tedirgin
Bütün bu belirsizliklere rağmen küresel sermayenin ABD varlıklarına bakışı ilginç bir şekilde sakin. Investopedia’nın “Sell America is over—Global Investors Are Sticking With US Treasurys” analizinde, yıl başında çok konuşulan “yabancılar ABD tahvillerini toplu halde elden çıkarıyor mu?” sorusuna verilerle cevap veriliyor. Hazine istatistiklerine göre 2025’te yabancı yatırımcılar ABD varlıklarını 300 milyar doların üzerinde net artırmış durumda; yani büyük bir tahvil çıkışı değil, tam tersi bir giriş var. Yüksek borç, bütçe açığı ve siyasi tansiyona rağmen ABD tahvilleri küresel ölçekte hâlâ “son çare güvenli liman” olarak görülüyor.
Hisse senedi tarafında ise tablo çok daha gergin ve dalgalı. Reuters’ın AI odaklı yükselişteki çatlaklara işaret eden haberlerinde, bireysel yatırımcı güvenini ölçen AAII anketlerinde iyimserliğin belirgin biçimde azaldığı, aynı dönemde oynaklığın (volatilite) ise yükseldiği anlatılıyor. Bir yanda ekonominin ve şirket kârlarının uzun vadeye yayılan güçlü bir “AI hikâyesi” var; diğer yanda, özellikle küçük yatırımcı tarafında “acaba fazla mı koştuk?” duygusu giderek güçleniyor. Aynı Reuters haberleri, pandemi sonrasında alıştığımız “dipten al” refleksinin zayıfladığını; endeksler geri çekildiğinde perakende yatırımcılardan eskisi kadar güçlü alım gelmediğini, buna karşılık nakitte kalma ya da tahvile yönelme eğiliminin arttığını gösteriyor.
Özetle kurumsal para ABD tahvilinden vazgeçmiyor; bu, sistemik bir güven krizinin olmadığını gösteriyor. Ama hisse tarafında, özellikle AI odaklı teknoloji hisselerinde, balon tartışması ve bireysel yatırımcının temkinli davranışı dikkat çekiyor. Bu da önümüzdeki dönemde daha dalgalı, haber akışına duyarlı bir piyasa rejimine işaret ediyor.
